Devrimci ahlak, seks işçiliği ve başka kavramsal istismarlar

Devrimci ahlak kavramının kasıtlı yanlış anlaşılması ve liberal “seks işçiliği” kavramının sol saflara sessiz sedasız sızmasından bahsetmiştik. Kaos GL’de Seda Aktepe’nin Evrensel‘de Fulya Alikoç’un bahsi geçen yazı üzerine, bahsini geçirmeden ve de bahsedilenler hiç bahsedilmemiş gibi yazdıkları iki yazı çatapatlar kadar etkisiz ve gürültülü bu kavramsal istismarlara iyi iki örnek. 


Barış YıldırımYazılama Blog, 5 Ağustos 2014


Seks_iscileri-captive-2

Burada konu alınan yazılar

Liberal ‘seks işçiliği’ kavramının sorgulanmadan benimsenmesine; ‘devrimci ahlak’ kavramının bilip bilmeden aşağılanmasına; büyük ölçüde çocuk ve kadın köleliğine dayanan bir sektörün sol söylemle meşrulaştırılmasına karşı yaptığımız itirazlar daha çok sosyal ağlarda, kısmen de yazı mecralarında yankısını buldu. Kavramsal cephaneliklerinin çatapat çıktığını görenler bazen kolay öfkelere sarıldılar.

Kavramsal atalete veya istismara dayanan –yani kavramların ve terimlerin sorgulanmadan, belki farkına bile varmadan benimsenmesini veya bu durumun kötüye kullanılmasını içeren– sorun alanları, bir akarsuyun hemen kıyısındaki çamurlu birikintilere benzer. O su oraya bir şekilde birikmiştir, cılız damarlarla beslenerek varlığını sürdürür. Ama çevresindeki kalıplaşmış engeller yüzünden bir türlü ana akıntıyla birleşemez. Kokar, çevresini kokutur, boyundan beklenmedik pislikler yayar. Doğanın bu kirli şakasını bozmak için ya suların çağıldayacağı bahar günlerinin gelmesi ya da birilerinin gelip o seti tekmeleriyle yıkması gerekir.

İlk bakışta yersiz yere saldırgan görünen, “provokatif” girişimler, kirli birikintilerin çevresindeki setleri yıkmaya çalışan darbelere benzer. Newton’un üçüncü hareket yasası gereği kendi sertliklerine denk tepkiler doğururlar.

Keşke başka bakımlardan da denklik olsa da konuyu layıkıyla tartışabilsek diye yerinmektense elimizde ne varsa onunla yetinelim ve biri Kaos GL’den biri Evrensel’den gelen iki itirazın argümanlarına, ama daha da önemlisi, yazıların “kuruluş etiği”ne bir bakalım.

Bunu saymıyorum Kaos GL, tartışalım mı?

KaosGL.com’da yayımlanan Seks işçilerini döverek gelen “devrim” yazısı (eylemin resmi olmayan bir hesaptan kısaca duyurulmasından birkaç, Halkın Sesi’nde duyurulmasından bir gün sonra çıktı) beni “gericiliği yeniden üreten sözüm ona entelektüel tip” olarak tarif ederek öne sürdüğüm argümanlara karşı bir şeyler söylemeye çalışıyorsa da cevap verdiği yazıyı anma zahmetine girmiyor (yalnızca bilgi saklama değil bilgisizlik, bilgi saptırma, kasıtlı veya kasıtsız anlayışsızlık gibi unsurların iki yazının kuruluşuna da içkin olduğunu göreceğiz).

Seda Aktepe belli ki itiraz getirdiği yazıyı ne dediğimi anlamak isteyecek kadar bile okumaya tahammül edememiş. Cephe’nin eylemine yanlış dediğimi sanıyor (durumu sadece bilmediğimizi söylemiştim, ek bilgilerle birlikte eylemin gayet doğru olduğu ortaya çıktı). “Seks işçisi”ni “fahişe” yerine kullanan daraltıcı yaklaşımın yanlışlığına işaret etmiş ve “porno yıldızı da, erotik dansçı da, fahişe de seks çalışanı”dır demiş bir yazıya “seks işçisi kavramından sadece fahişeliği anlıyorsan o senin ‘entelektüelliğin’” diye ayar vermeye çalışıyor. Bizatihi ‘işçi’ kavramının ücretli kölelik olgusunu gizleyebilecek bir ideolojik yana sahip olduğunu söyleyen beni “‘kutsal’ işçi kelimesini kirletmemeye çalışmak”la itham ediyor. Keşke Kaos GL’nin özenli bir editörü olsaydı da arkadaşı yakasından tutup “Kendine gel Seda, bu konularda Barış’la aynı şeyi söylüyorsun kız kardeşim, bir daha oku şu iki satırı!” diye bir sarssaydı.

Madem polemik yapıyoruz, keşke biraz okusak. Ben kendi adıma öğrendiklerimin yarısını nefret ettiğim fikirlerin sahiplerinden öğrenmişimdir; herkese bu tahammülü tavsiye ederim.

Akıl yürütmenin eksenini oluşturan bu “anlayışsızlık” bana kalırsa kasıtlı değil; kimbilir, belki ilk yazı arkadaşın değer yargılarına öyle ters geldi ki, okumaya tahammül edemedi. Ben kendi adıma öğrendiklerimin yarısını nefret ettiğim fikirlerin sahiplerinden öğrenmişimdir; herkese bu tahammülü tavsiye ederim.

Yazarın doğru olmasa bile tutarlı bir itirazı da var. Bu “Evet, seks köleliği var, ama bu işi gönüllü yapanlar da var, onların seçme özgürlüğüne ne olacak?” diye özetlenebilir. Oysa ilk yazıda, “gönüllü”lerin fuhuş endüstrisinin neredeyse eser miktarını oluşturduğu kaynaklarıyla birlikte tanıtlanıyordu (ayr. bkz. Eren’in yazısı ve Güneşli Pazartesiler’in ‘Fuhuş normal bir meslek değil’ başlıklı çevirisi). “Sayıları sanılandan çok daha fazla” gibi yuvarlak ve herhangi bir ampirik veriye dayanmayan bu itiraz, bu şekliyle “kırbaçlanmaktan hoşlanan birkaç insan da var” diyerek kırbaçlanmayı bir meslek olarak kabul etmek kadar anlamsız.

Kürt siyasi hareketince yapılan benzer fuhuş karşıtı eylemlere pek ses çıkarmama ikiyüzlülüğüne; sol siyasi hareketlerin fuhuş sektöründe çalışan kadınlara yönelik bu vakte dek yeterince etkili politikalar üretmemiş olduklarına [1. Bu konuda devrimcilerin fuhşa zorlanan kadınlara yönelik “Mecbur değilsiniz, bize gelin, size iş bulalım” yönündeki çağrılarına da bakılmalı.] haklı eleştiriler de getiren yazı, karşı çıktığı metnin asıl kavramsal itirazına (o “analiz kusmak” diyor) dair pek net bir şey söylemiyor. “Seks işçisi” kavramının feminist çevrelerde de tartışmalı olduğunu kabul ediyor; terimin çevirisinde işaret ettiğim soruna biraz fazla önem veriyor; ama kavramın asıl sorunlu yanlarına ilişkin olarak, üstünkörü itirazlar savurmanın ötesine geçemiyor, geçmiyor. Aslında metin hep böyle yapıyor; keşke Seda da tepki yerine biraz analiz “kussa” idi diyor insan.

Halkın bir adaleti olmasın mı?

Evrensel’de Sarıgazi olayından haftalar sonra yayımlanan Bilgin olsun sevgili halk, adaletin tecelli etti!’nin yazarı Fulya Alikoç’un tutumları etik açıdan Kaos GL yazarından çok daha tuhaf bir yerde. Fulya patetik bir dille tasvir ederek acındırmaya çalıştığı “diz çöktürülen zavallı kadın”ın çocuk yaşta kızları pazarlayan bir fuhuş ve köle tüccarı olduğu bilgisini okurunun gözlerinden –el çabukluğu garabet– kaçırıveriyor.

Aslında tavrı anlaşılır; çünkü devrimcilerin günlerdir açıklamış olduğu (ciddiyetsiz ve ilkesiz bir takım “ya öyle değildir o”lar dışında aksi yönde iddia bile dile getirilmemiş olan) açıklamadan bahsetse pseudo-teorilerle dolu yazısının bütün temeli yerle yeksan olacak. Tavrın anlaşılır olması ahlaklı olduğu anlamına gelmez. Yazarının hakkında hiçbir şey bilmediği belli olan devrimci ahlaktan falan değil, gündelik ahlaktan bahsediyorum; gerçeği gizlemek ile yalan arasındaki çizgi sanıldığından daha sanaldır… Fulya Alikoç’un okurlarından gizlediğini biz hatırlatalım:

O masumlaştırılan kadın ne çocuklarını doyurmak için çalışan biri, nede sadece bedenini satarak para kazanmaya çalışan birisidir. Kadın bundan 3 yıl önce yine Halk Cepheli’ler tarafından kadın pazarladığı için(hemde kendi öz yeğenini) Sarıgazi Taksim Cafe’de cezalandırılan biridir. O kadın küçük kızları babaları yaştaki pisliklere pazarlayan biridir. Yanındaki kişi ise yine bundan 3 yıl önce Sarıgazi Nazım Hikmet Parkında kadın pazarlarken Halk Cepheli’ler tarafından yakalanıp cezalandırılan birisidir. Yani her ikisi de daha önce uyarılmış ve cezalandırılmış kişilerdir. Bu işi bilerek ve isteyerek yaptıkları aşikardır (Son Zamanlarda Sosyal Medyada Çıkan Haberlere İlişkin Zorunlu Bir AçıklamaSarıgazi Halk Cephesi) [vurgular benim, imlaya dokunmadım – BY].

Yazarın bu bilgiyi bilmemesi mümkün müdür? Eh, imkânsız değil. Olayın direkt muhatabının bu açıklamasını bilmeden konuyu analiz etmeye kalkması ciddiye alınır mı? Elbette hayır. Ben çok zayıf bir ihtimal yerine yazıyı ciddiye almayı seçiyor ve yazarın konuyla ilgili en önemli bilgiyi örtbas ederek hem –zaman zaman yazmaktan onur duyduğum– sol mecraya  hem de onun okurlarına çok ama pek çok ayıp ettiğini düşünüyorum.

Böyle bir ayıpla başlayan yazının teorimsi pasajlarına ne denli önem vermek gerekir, emin değilim. Ama yine de bir başka kavramsal çamur birikintisinden çıkan kokularla rayihalanmış “halk” ve “adalet” tartışmasına kısaca değinelim.

Bu tartışmaya Fulya çok doğru bir şey söyleyerek başlıyor: “belirli bir ideolojik çerçeveden yoksun ele alınıyorsa ‘halk’ da ‘adalet’ de suya yazılmış iki kavram.” Sahiden, böyle olmaması için lazım olan ideolojik çerçeve “belirli”dir. Yazar buna sahip olmadığı için (ve onun yerine başka bir çerçeveden baktığı için) Marksist-Leninist geleneğin teorik mirasının çok önemli bir kavramını sorumsuzca zan altında bırakıyor.

“Halk”ın –Fulya arkadaş dahil– bazılarının sandığı ve kullandığı gibi belirsiz, keyfekeder bir terim olmadığı, tam tersine bugünün dünyasındaki bir Marksist devrimci için en vazgeçilmez kavramlardan biri olduğu meselesine; hem “halk” kavramını Sanki Devrim’de (s. 108-9) Marx’tan Lenin’e, Mao’dan Mahir Çayan’a giden bir hat üzerinde kısaca tartıştığım için, hem de arkadaşın itirazları son derece basmakalıp ve belirlenimsiz olduğu için girmeyeceğim. [2. İlgilisine, hazırladığım tezin ilgili bölümünün ilk taslağını gönderebilirim, @prometeatro’dan yazabilirsiniz.]

Okurdan gizlenen bilgiler, sorumsuz ithamlar, akim kalmış kavramsal hokkabazlıklar, içeriği bilinmeyen ve/ya çarpıtılan “devrimci ahlak korkuluğuna karşı başlatılmış komik haçlı seferleri… Tartışmak bu deyil…

Fulya’nın “adalet” kavramına yönelttiği sorular –ne yazık ki yine içeriğiyle değil, konusuyla– elbette anlamlı. Ama aslında bu tartışma yazılı düşünce tarihinin en antik sorusudur. Dediğim o ki, bu soruları sormak marifet değil. Yazarın tek marifeti, halkın ve halk örgütlerinin bazı adalet pratiklerini bir kez daha sorumsuzca zan altında bırakmaktan ibaret. “Biz en iyisi bu konu[ları] konuşmaya devam edelim” diyor ama konuşmayı sonuna soru işareti konduğu için ille de soru olmayan bazı temelsiz yargıları ve batıl inançları gelişigüzel ortalığa savurmak sanıyor.

Yazarın sorumsuzluğunu tutabilene aşkolsun. Cephe’nin “linç kültürüne açma” (ne demekse) yaptığını düşünüyor. Neye dayanarak? Halüsinasyonlarına olmalı. Okurundan gizlediği açıklamada şu da deniyor oysa:

Kadına bir kaç tokat atılmış adama ise gerekli şiddet uygulanmıştır ve şiddet uygulaması da bahsedildiği gibi linç tarzında değildir. İki kişinin dövmesiyle olmuştur. Linç emperyalizmin kültürüdür. Devrimciler kendi kültürlerine yakışır şekilde halkın adaletini uygulamışlardır. Bu kişiler cezalandırıldıktan sonra güvenli bir şekilde kalabalığın arasından çıkarılmıştır bu güvenliği sağlayan da yine Halk Cephesi’dir.

Fulya’nın aksi yönde bir bilgisi mi var? Yoksa neden izansız suçlamalar yerine bildiklerine yaslanmıyor? Yazının başında “Döverek cezalandırmak bir yöntem midir?” diye sözde sorularından birini sormuştu, aslında soru önemlidir ve doğru dürüst tartışılabilir, ama belli ki yazar, inandıklarını temellendirme zahmetine katlanmadığı için bunları soru kılığında dayatmayı sevenlerden.

Yazarın hakkında paragraflar döktürdüğü konularda pek fikri yok, doxa’ları bile yok, bazı hisleri var sadece. Bu hisler çok güçlü; gereğinden çok… Bu yüzden hızla “ortodoksi”lere dönüşüyorlar.

Adaletin böyle olmaması gerektiğini hissediyor, ama nasıl olması gerektiğine dair bir önerisi yok. Mahallelerde yozlaşmaya karşı mücadelenin böyle olmaması gerektiğini hissediyor, ama nasıl olması gerektiğine dair bir önerisi yok. Bunların neden böyle olmamasına dair başı sonu olan bir akıl yürütmesi de yok. Keza, fuhşun suç ilan edilmesinin yanlış olduğunu hissediyor, aklına gelen en iyi fikir ataerkini fuhuşla eşitlemek: “Ataerkil aile ne kadar özgürlük önünde bir engelse, fuhuş da doğası gereği o kadar engeldir.” Ne yapalım yani, bırakalım çocukları pazarlasınlar mı? Sosyalistlerin kadın sorununu devrim sonrasına ertelediğine safça inanan, bu uydurma inancını başkalarına da yutturmaya çalışan libero-feminizm, fuhuş sorununu çözmeyi ataerki sorununun çözümü sonrasına ertelemeyi öneriyor. Polislik yapmama adına haydutluğa cevaz istiyor.

Böylece bu fikrimsi hisler aslında şöyle demiş oluyor:

  • Halkın ve devrimcilerin bir adaleti olmasın.
  • Yoksul mahallelerde devletin mafyalarla el ele veya mafyalar eliyle yürüttüğü yozlaşmaya karşı bir şey yapılmasın.
  • Çünkü fuhuş dediğin ataerki gibi bir şey, onu nasıl bugünden yarına halledemezsek, fuhşu da edemeyiz, boş verilsin gitsin.

Fulya’nın sesini duyar gibiyim: “Ya ben öyle mi dedim?

Ya ne dedin arkadaşım? Sahi, ne dedin?

Bir kez daha “devrimci ahlak” üzerine:
Kurtulun şu obsesyondan…

Wittgenstein “Üzerinde konuşulmayan şey hakkında susmak gerek” demişti. Bilmediğin, ilgilenmediğin, üzerine düşünmediğin konuda gevezelik yapılacağını düşünmediyse demek..

Tartışmaya açılan kavramlardan biri de “devrimci ahlak”tı. Yukarıda konu alınan iki yazı, sanki söylenenler hiç söylenmemiş, “Devrimci ahlak nedir bilmeden bütün ahlakları fuck you” demenin manasızlığı yüze vurulmamış gibi, hakkında hiçbir şey anlamadıkları bu kavram hakkında atıp tutuyor.

Devrimci ahlak adına, yozlaşma karşıtlığı adına [yapılan] aksiyonlar”dan bahsediyor Seda mesela, fuhşa karşı alınan tavrın “devrimci ahlakçı yaklaşımlar”dan olduğunu sanıyor. Fulya ise yine adını ve linkini verme zahmetine girmeden balya balya tartıştığı yazının ana sorunsallarından birinin devrimci ahlak olduğunun farkında, ama devrimci ahlak’ın ne olduğunu anlamaya hiç yanaşmıyor. “Devrimci ahlak adı altında burjuva ahlakının ikiyüzlü kodlarıyla fahişelik ya da fuhuş ticareti yapan bir kadına yine devletin yöntemleriyle diz çöktürme”den falan bahsediyor. Kaos GL’yi bilmiyorum ama Evrensel’de Kalinin’in Devrimci Eğitim, Devrimi Ahlak’ını çok iyi bilen, Lenin’in Genç Yoldaşına Mektup’unu okumuş birçok kişi olduğuna eminim mesela, hiçbiri mi Fulya’ya “Bak arkadaş, bu bahsettiğin şey devrimci ahlak değil, sen feodal ahlaktan bahsediyorsun, onu da birilerinin devrimci ahlak saydığını sanıyorsun, fena halde rüya görüyorsun” demiyor?

Her iki arkadaş da sahiden rüya görüyor. Komünizmi kapıya asılı şapka sanmakla kalmayıp CHP’yi de komünist sanan bir 1950’ler Vatan Cephesi üyesi kadar bilgisiz; teneke çalarak karga kovmanın verimsiz bir yöntem olduğunu görüp bir korkuluk yapan ama sonra kendi yarattığı korkulukla saç saça baş başa kavga etmeye girişen bir çocuk kadar saftirikler.

Rüya görüyorlar, çünkü yoksul mahallelerde yozlaşmaya ve fuhşa karşı mücadele, devrimciler tarafından bir kez bile “devrimci ahlak” terimleriyle açıklanmamıştır. Vurgulayayım: bir kez bile. Peki, eleştirmek için kaleme klavyeye sarıldıkları Halk Cephesi’nin resmi web sitesi http://halkinsesitv.com sayfalarında ve resmi hesabı @HalknSesiTV’de “devrimci ahlak” lafı kaç kez geçiyor biliyor musunuz? 0. Yazıyla sıfır. Twitter’da bu terime yönelik bir arama size kavramı kullananların ezici çoğunluğunun bu yazarlar kadar derin bir bilgisizlikle, onlar gibi pejoratif bir biçimde kullananlardan ibaret olduğunu gösterecektir.

Devrimci ahlakın ne olduğunu teorik olarak zaten özetlemiş, kaynaklarını göstermiştim. Komik olacak raddeye dek anlamamakta diretiyorsunuz. Daha net olmaya çalışayım:

Arkadaşlar, ahlakla kafayı bozanlar sizsiniz. Ahlakı bacak arasıyla ilgili bir şey sanan sizsiniz. Bu konuyu bir AKP bakanı kadar vulgar işleyenler sizsiniz. Marksist-Leninistler için devrimci ahlak, devrimin çıkarlarını gözetmekle ilgili bir şeydir, bütün ölçütü budur. Çıkarın artık kafanızdan bu freudo-feodal obsesyonları.

Ahlak konusuyla ilgilenmeniz gereken başka yerler var. Mesela okurlarınızdan gizlediğiniz bilgiler; mesela kaçak göçek tartışmalarınız; mesela kendi yarattığınız korkuluklarla dövüşmeniz; mesela kendi ilkel kavrayışınızı başkalarına mal etmeniz…

Kavramsal çatapatları çatırdatmaya devam

Keşke her kirli birikinti bu kadar manalı olsa (dikkat, görselde veya imgede hakaret kastı yoktur!)
Keşke her kirli birikinti bu kadar manalı olsa (dikkat: imgede hakaret kastı yoktur!)

Metaforları zorlamak faydasızdır. Bir yerden sonra çatırdayıp dağılırlar, işe yarayacakları varsa da yaramazlar. Yine de baştaki nehir kenarında bir çukura hapsolmuş çamurlu birikinti imgesine dönmek istiyorum.

O birikinti, devrim nehrinin hemen yanı başında birikmiş; o nehrin içinde yer alan çeşitli sınıf kesimlerinin, özellikle küçük burjuvazinin beslediği kimi düşünce kümelerinden oluşur.

Sınıfsal yapısı gereği liberalizm, feminizm, postmodernizm gibi işçi sınıfı dışı ve/ya karşıtı fikirlerin hegemonyasına kolay kapılan küçük burjuvazi, o birikintiye ölmeyecek kadar su taşır. O durgun ve yarı ölü suda, ezen sınıf ideolojileri mayalanır, onu o kadar pis kokulu yapan budur. Birikintinin etrafını saran, ana akıntıyla buluşmasını engelleyen set, devrimci fikirlerimizin içine sızıp kalıplaşmış bazı kavramlar, terimler, kabullerdir.

Sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değmez, ama sorgulanmayan bir devrim zaten yaşayamaz. Bu yüzden sorgulayıcı darbelerimizi devrimci düşünceye sızan bu kabullere, bu kavramlara savurmak zorundayız. Çünkü –metaforu son bir kez daha zorlamak pahasına– o pis kokulu birikinti de biziz, bizim fikirlerimiz. Orada da bizimkiler var. Bir kez kalıplaşmış çamurlar tekme tekme temizlenince, gerisin geri devrim nehrine akacaklar. Hayır, yok olmayacak o fikirler, yalnızca arınacaklar, gelip gücümüze güç katacaklar. Çünkü, aufhebung bunu gerektirir.

★ @prometeatro | @yazilama

Dipnotlar

Devrimci ahlak, seks işçiliği ve başka kavramsal istismarlar’ için 3 yanıt

  1. benim anlamadığım ve halk cephenin tavrını sorguladığım kısım neden bir sürü erkek pezevenk var iken hayrettir kadın bir pezevenge bunun yapılmış olması… diğer erkek cezalandırılan ise uyuşturucu ile ilgili idi sanırım… önce tüm erkek pezevenkleri temizlesin halk cephe.. haydi bakalım

    Beğen

Yorum bırakın