Dostoyevski: İdam Mangası Önünden Dünya Kütüphanelerine

Feodor Dostoyevsky 22 Aralık 1849 günü idam mangasının karşısına çıkan Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, 28 Ocak 1881’de akciğer kanaması yüzünden öldüğünde cenaze törenine kırk bin yurttaşı katıldı. Ölümünün 125. yılında Özgür Gündem’de ‘İdam Mangası Önünden Dünya Kütüphanelerine: 125. Ölüm Yıldönümünde Dostoyevski’ başlığıyla yayımlanan yazı.

Özgür Gündem, ? Şubat 2006

https://apis.google.com/js/plusone.js


Soğuk bir kış sabahı, 28 yaşında bir adam idam mangasının karşısına çıktı. Uğuldayan rüzgâr, kendisiye birlikte ölüme gönderilecek arkadaşlarının adını duymasını engelliyordu. Askerlere silahlarını doldurma emri verildi. Tutukluların gözleri bağlandı. Nişan alındı. Sonra uzun bir sessizlik oldu. Sessizliği bozan konuşma, ölüm cezasının Çar I. Nikola’nın emriyle değiştirildiğini ve hepsinin Sibirya’ya sürgüne gönderileceğini bildiriyordu.

22 Aralık 1849 günü idam mangasının karşısına çıkan bu adam Fyodor Mihailoviç Dostoyevski idi.

28 Ocak’ta, ölümünün 125. yıldönümünde anılan Dostoyevski, 11 Kasım 1821’de doğdu. Babası katı ilkeleri olan toprak sahibi bir doktor; annesi oğlunu çok seven, inançlı, insancıl bir Hıristiyan’dı. Dostoyevski, yoksul köylülere merhamet duymayı babasının çiftliğinde öğrendi. Olasıdır ki zalimlikleri yüzünden serfleri tarafından öldürülen babasının ardından yazara ilk edebiyat eğitimini İncil üzerinden annesinin 35 yaşında veremden ölmesi Dostoyevski’nin yaşamına damgasını vuracak kayıplar zincirinin ilk halkaları oldular.

Önce mühendislik eğitimi gördü. Sürekli kitap okuyan ortalama ve yalnız bir öğrenciydi. Ardından üsteğmenliğe getirildiyse de yoksul yaşamını edebiyata adamak için istifa etti. İlk romanı ‘İnsancıklar’ı okuldayken yazmaya başladı, 1846’da yayımladı. Roman, Belinski’nin de içinde bulunduğu eleştirmenlerden olumlu notlar aldı, fakat Hıristiyan hümanizminin etkisi altındaki Dostoyevski, bir süre sonra, ateist ve devrim yanlısı Belinski çevresinde alaya alınmaya başladı. O da kültüre dayanan barışçıl bir toplumsal dönüşüm öneren Fourier’nin düşüncelerinden etkilenen radikal entelektüellerden oluşan Petraşevski Çevresi’ne yöneldi.

Çar, 1849 yılında epeydir canını sıkan bu çevrenin yakalanmasını emretti. Onların arasında tutuklanan Dostoyevski “yeraltına gömülü bir insan gibi yaşadığı” tek kişilik hücresinde umutsuzluğu tattı. Sonra yavaş yavaş okumaya, çeviriler yapmaya başladı. O soğuk kış sabahında yapılan kurşuna dizme provasından sonra yaşadığı dönüşüm ise daha köklüydü. Cezası hafifletilerek Omsk’taki bir çalışma kampında çalışmaya yollanan yazar, liberal eğilimlerden giderek uzaklaştı, tutucu, son derece dindar bir insan oldu. Yaşamı boyunca kendisine musallat olacak sara nöbetleri bu süreçte başladı. Halktan insanlara yönelik derin sevgisinin yerini mesafenin alması da her günü eziyetle geçen bu kampta oldu.

Dostoyevski 1854’te serbest bırakıldı ve onbaşı olarak beş yıl Kazakistan’da görev yaptı. Maria Dmitrievna Isaeva ile –aslında tek taraflı– bir aşk yaşadı; sonunda da evlendi. 1860’da St. Petersburg’a döndü, ağabeyi Mihail’le birlikte fazlaca başarı göstermeyen edebi dergiler yayımladı. Karısının acılı ölümünü çok sevdiği ağabeyinin ölümü izledi. Hem bu kayıplar, hem sonrasında yaşadığı ve neredeyse ölümüne kadar sürecek ekonomik sıkıntılardan dolayı iyice bunalıma gömülen yazar, kendini kumar partilerine verdi; sıklıkla da kaybetti.

Yayıncıların baskısı altında, birkaç hafta içinde yazmak zorunda kaldığı ‘Kumarbaz’ için tuttuğu stenograf Anna Grigoryevna Snitkina ile 1867’de evlendi. Kendisinden 24 yaş küçük Anna, her konuda ona kol kanat gerdi. Borçluların gazabından kurtulmak için Batı Avrupa’ya dört yıl sürecek “kısa” bir gezi ayarlayan da o oldu. Verimli bir dönem oldu bu. ‘Budala’yı orada yazdı. İlk kızları Sonya üç aylıkken orada öldü; yaşayacak ve babasına hep mutluluk verecek ikinci kızları Lyubov orada doğdu. Dostoyevski, 1871’de Rusya’ya döndüğünde kendini Avrupa’nın nihilizminin karşısında kat kat üstün olan Rus-Hıristiyan ruhunun temsilcisi, gerçek bir Rus yazar olarak görüyordu. Liberal reform yanlısı sulara açıldıktan sonra Hıristiyan köklerini keşfeden Dostoyevski’nin alacalı düşünce gemisini şimdi de ‘milliyet’ dalgaları dövüyordu.

Tolstoy’un ‘Savaş ve Barış’ı Rusya’yı kasıp kavuruyordu. O da epik bir roman yazmak istedi; ‘Suç ve Ceza’ böyle doğdu. Bir gazetede haftalık olarak yayımladığı ‘Bir Yazarın Günlüğü’ de ününü romanları kadar artırdı. Aynı zamanda son derece şefkatli, sevecen bir baba ve kocaydı. Mutluluğunu gölgeleyen iki şeyden biri giderek sıklaşan sara nöbetleri, diğeri ise üç yaşındaki oğlu Alyoşa’nın ölümüydü.

Yaşamının son yıllarına doğru, savunduğu dinsel ve ulusal değerleri somutlaştırmak için yazmayı planladığı beş ciltlik ‘Büyük Günahkar’a başladıysa da yalnızca ‘Karamazof Kardeşler’i yazmayı başardı. 1880’de Puşkin anıtının açılışı sırasında ünlü konuşmasını yaptı. 28 Ocak 1881’de akciğer kanaması yüzünden ölümünden sonra yapılan görkemli cenaze törenine kırk bin yurttaşı katıldı. Hiç arzu etmediği bir işçi devrimi 36 yıl sonra ülkesini dünyanın ilk sosyalist ülkesi yapacaktı. Çarlık yanlısı Hıristiyan Dostoyevski’ye değilse de kendini sosyalist olarak gören genç Dostoyevski’ye bir armağan sayılabilir bu devrim; hele de, bütün yaşamınca arzuladığı ‘entelektüel devrim’i –bütünüyle farklı bir mecrada da olsa– gerçekleştirdiği düşünülünce.

Bütün eserlerinde insanın her çağa özgü ruhsal değerleri, intihar, yaralı gurur, aile değerlerinin yıkılması, acı çekme yoluyla dinsel kurtuluş, Batı’nın reddi gibi motifleri işleyen Dostoyevski, kimilerine göre, özellikle Yeraltından Notlar kitabıyla Varoluşçuluğun kurucusudur. Ne var ki kendisi, romanındaki kahramanın kınanası nihilist görüşlerin temsilcisi olduğunu söyler. Rus edebiyat bilimcisi Bahtin’e göre “çoksesli-diyalojik roman”ın yaratıcısıdır; onun eserlerinde “bir karakterin kendisi ve dünyası hakkında söyledikleri, genellikle yazarın sözü kadar ağırlıklıdır.” Lunaçarski’ye göre bu çokseslilik niteliğini Şekspir ve Balzac’tan devralmıştır. Macar estetiysen Lukács’a göre, işçi davasının peygamberi olmadığı kesinse de, insanın iç gerçeğine dair derin veriler sunan büyük bir epik romancıdır. Ve herkes hemfikirdir ki, Dostoyevski edebiyatta bir dönüm noktasını oluşturur. Adını Homeros, Dante, Şekspir, Tolstoy gibi dünya devlerinin yanına yazmış; Hesse’den Proust’a, Faulkner’den Camus’ye, Kafka’dan Márquez’e çağımızın yazarlarına esin vermiştir.

Herkesin okuma yoksulluğundan dem vurduğu Türkiye’nin alışveriş merkezlerinde bile sakızların ve marulların yanında –çoğu başka çevirilerden aparılmış– Dostoyevski kitaplarının bulunması da yazarın ölümsüz evrenselliğine delalet sayılmaz mı?


Yıldırım, Barış. «İdam Mangası Önünden Dünya Kütüphanelerine: 125. Ölüm Yıldönümünde Dostoyevski.» Özgür Gündem, ? Şubat 2006.

Yorum bırakın